Yeşil ekonomi ile yeşil büyüme olabilir mi?

Bu hafta iki önemli toplantı gerçekleştirildi. Birincisi Kalkınma Bakanlığı tarafından organize edilen Yeşil Büyüme Konferansı, ikincisi ise Şeffaflık Derneği tarafından düzenlenen Bir Demokrasi Meselesi Olarak Nükleer Santraller toplantısı oldu. Ekonomik bir gelişmeyi özellikle yeni nesiller ve daha refah yaşayabilmek için hepimiz önemsiyoruz. Peki, bu süreçte doğa ne olacak? Kendimizi halen doğanın üstünde bir güç olarak görmeye devam edersek, ne doğanın kaynakları bize yetecek ne de tüketim hırsımız değişmeyecek. Bu ikisi arasındaki dengeyi bulmayı hedefleyen bu iki toplantıda konuşulanları size biraz da olsun aktarmak istiyorum. Kalkınma Bakanlığı, kurulduğu 2011 yılında, Devlet Planlama Teşkilatının görevini devralarak göreve başladı. Bizim yakından tanıdığımız Bölgesel Kalkınma Ajansları bakanlığa bağlı olarak çalışıyor. Kurulduğu tarihte hemen Durban’da düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi toplantılarına ülkemizi temsilen katıldığını ve Sayın Bakan Cevdet Yılmaz’ın orada bir konuşma yaptığını daha önce de yazmış idim. Türkiye’nin özellikle iklim değişikliğine neden olan sera gazı salımları konusunda herhangi bir taahhüt almadığını ve bunda da direndiğini söylemiş idim. Bu toplantıda da bir konuşma yapan bakan Yılmaz, yine bir tarih veya rakam telaffuz etmedi ama ülkemizin ne kadar geliştiğini ve bu gelişme ile herkese örnek olduğunu da anlattı. Doğal hayatı ve dengeyi korumak için Avrupa Birliği müktesebatı çerçevesinde adımlar atıldığını ve iyileştirmeler yapıldığını da anlatmış. Türkiye’nin son on yıl içinde çok büyük bir oranda kalkındığını söyledi. Bu kalkınma sürecinde de sosyal ve çevresel dengeleri bozmadığını söyledi. Bakanın konuşmasını burada yorumsuz bırakıyorum ama beni en çok etkileyen Çin ve Güney Kore’den gelen konuklar oldu. Çin Halk Cumhuriyeti Kalkınma Araştırmaları Merkezi Kıdemli Araştırma Görevlisi Youngsheng Zhang, sera gazı azaltımlarının büyüme ve kalkınma için çok ağır bir yük olduğunu belirterek ülkesinin hızla yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneldiğini ifade etti. Üç aşamalı olarak çizdiği Yeşil Devrim’i geleneksel ve var olan sektörlerin yeşile dönüşmesi, yeşil endüstrilerin kurulması ve hizmet sektörüne yatırım yapılması ile anlattı. Bunlar için de 2030 yılını hedef koyduklarını belirtti. Hızlı üretim ve kalkınma için doğayı mahvettik ama bundan sonra farklı olacak dedi. Doğal kaynakların ve hammaddenin her geçen gün daha zor bulunur hale geldiğini ifade eden Zhang, sürdürülebilir bir kalkınma modeli çizmek için doğaya dikkat etmenin gerekliliğini ifade etti. Güney Kore Cumhurbaşkanlığı Yeşil Büyüme Kurulu genel sekreteri olan Bok-hwan Yu ise, “Yeşil Büyüme-Güney Kore örneği” başlıklı konuşmasında ülke olarak önlerine koydukları vizyonun, düşük karbonlu büyüme olduğunu söyleyerek sözlerine başladı. Bu alanda ülkesinden örnekler vere Yu, 2050 yılında dünyanın en büyük 5nci yeşil gücü olmak istediklerini ve tüm planlarını buna göre yaptıklarını anlattı. Dünya Bankası’ndan Michael Toman, hızlı büyüyerek çevreyi korumanın mümkün olmadığını, özellikle enerji verimliliği, dengeyi bozucu sübvansiyonlar ve orman gibi açık erişimli kaynakların önemi konusunda dikkat çekti. Şeffaflık Derneği, Transparency International ağının Türkiye’deki temsilcisi olarak çalışıyor. En önemli özelliği, bilgiye sınırsız ulaşım. İstanbul’da gerçekleşen “Bir Demokrasi Meselesi Olarak Nükleer Santraller” toplantının amacını toplumun tamamını ilgilendirmesine rağmen teknik ve tartışılmaz gibi tanıtılan nükleer santralleri demokrasi, bilgiye erişim ve şeffaflık ilkeleri açısından değerlendirilmesini sağlamak. Bahçeşehir Üniversitesinden katılan Prof. Erhun Kula, Nükleer enerjinin geçmişi ve geleceği hakkında bilgiler vererek başladığı konuşmasına, ülkemizde kurulacak olan iki tane nükleer santral hakkında bilgiye ulaşmak için çok çaba harcadıklarını fakat mümkün olmadığını söyleyerek devam etti. Nükleer enerjinin en pahalı enerji olması haricinde, sosyal maliyeti fazla, atık sorunu olan ve kazaya açık bir sektör olduğunu söyledi. Boğaziçi Üniversitesinden Pınar Ertor, 2007 yılında 2422 kişi ile yapılan “Hane halklarının nükleer ve yenilenebilir enerjiye ilişkin tercihleri: Türkiye örneği” anketinin sonuçlarını aktardı. Doğanın durumu on yıl içinde çok kötü olacak diyenler %65, nükleer istenmeme oranı %63, kömür santrali istemeyenler %83. Bu rakamlar bile aslında insanların ne kadar bilinçli hareket ettiklerini ama sözlerini siyasilere anlatmada zorluk çektiklerini anlattı. Çevre Hukuku Derneği’nden Av. Nihat Alpsoy ise, çevresel bilgiye erişim hakkı üzerinde durarak, bu hak çerçevesinde nükleer santraller ve nükleer enerjiyi tartıştı. Nükleerde çok büyük bir dezenformasyon olduğunu belirten Alpsoy, ülkemizde mevzuatın olduğunu ama uygulama sıkıntısı yaşandığını söyledi. Açık Radyo'dan Mahir Ilgaz ise, nükleer konusunda karar verici unsurun aslında jeostratejik konum ve jeopolitik durumun olduğunu belirtiyor. Yani devletler kendilerini güçlü hissetmek istedikleri oranda nükleeri sadece bir enerji potansiyeli olarak değil, bir nükleer güç olma isteğine dayandığını görüyoruz. İStihdam kapasitesi olarak ise, yenilenebilir enerji sektöründe çalışan sayısı, Almanya'da nükleer santrallerde çalışanlara oranlara on kat daha fazla. yani yenilenebilir enerji daha fazla istihdam yaratıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Enerji üretiminde değişim ve Kooperatifler

TÜRKİYE'DE ENERJİ DÖNÜŞÜMÜNÜN İLK ADIMLARI

2009 Sakarya Ünivesitesi Kadın Sempozyumu Bildirisi