Akkuyu Nükleer Santrali ve Çanakkale Yat Limanı ÇED süreçlerinin ortak noktaları

29 Mart Perşembe günü Mersin Gülnar ilçesine bağlı Büyükeceli beldesinde Akkuyu nükleer santrali için Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) halkın katılımı toplantısı düzenlendi. Ulusal basında çok az yer verilen bu toplantıya tüm Türkiye’den yüzlerce nükleer karşıtı katıldı. Bin nüfuslu beldenin düğün salonunda renkli tavan süslemeleri ve renkli spot ışıklarının altında gerçekleşen (daha doğrusu gerçekleşemeyen) bilgilendirme toplantısı yapılmamasına rağmen “toplantı yapılmıştır” tutanağı ile tarihe bir kara leke olarak geçti. Bir yıldan fazla bir zamandır, tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşen Fukuşima felaketinden sonra küresel çapta nükleere karşı sorgulayan bir süreç yaşanıyor. Almanya ve İtalya kurulu nükleer santrallerini zaman içinde kapatma kararı alıyor. Japonya çalışan nükleer santral sayısını 47’den 1’e (evet yanlış okumadınız yazı ile BİRe) indiriyor. Komşumuz Bulgaristan, bizim de santrali yaptıracağımız şirketin ihalesini iptal ediyor. Tüm dünyada nükleer santral yapımları askıya alınıyor. Ama Türkiye’de, var olan tüm muhalefete ve uyarılara rağmen siyasi iktidar yapmak için diretiyor.

Çanakkale Yat limanı için Ocak ayındaki tartışmalı ÇED toplantısı gerçekleşti. Her kesimden katılımcılar yat limanı ve çevresindeki yaşam alanı ile ilgili görüşlerini dile getirdi. Yerinin yanlış seçildiğini belirteninden tutun, kapasitesini gereksiz yere büyük tutulduğunu, çevreye ve tarihi batıklara vereceği tahribatı dile getirenler oldu. Tabi ki yat limanının kurulması ile yeni bir iş sahası kazanacağını ifade eden kişilerde oldu (açıklamalara göre 80 kişiye iş sağlanacaktı). Ama her şeyden öte toplantıya, söz alan kişilere “karar verildi siz kim oluyorsunuz” diyen Ticaret ve Sanayi Odası temsilcisinin sözleri damgasını vurmuştu. Yani “biz sizin yerinize karar verdik siz neden dert ediyorsunuz” sözlerinin biraz daha yüksek sesle söylenmiş şekli idi. Akkuyu’daki siyasi iktidarın söyleminden hiç farklı değildi.

Muhalefet edenlerin hemen aşağılandığı, konuşmalarına bile tahammül edilmediği bir zaman sürecine girdik. Tahammülsüzlük ve ben en iyisini bilirim(!) düşüncesi ne yazık ki ülkemize çok büyük zararlar verebilecek aşamalara geldi. Karşılıklı müzakere süreçlerini, konuşma üslubumuzu hızla kaybetmeye başladık. Demokrasinin en önemli unsuru olan müzakere hızla aşınmaya başladı. Gerek hükümet nezdinde, gerekse yerel yönetimlerde her şeyi kapalı kapılar arkasında çözmenin yollarına sarılamaya başladık. GELİŞME dediğimiz sihirli kelime için yapıyoruz bunları. Ülkemizin (veya kentimizin) gelişmesini istiyorsak, alınan kararlara hiç karşı gelmeden sessizce itaat etmemiz bekleniyor. Başkasının farklı bir sesinizin olabileceğini düşünmemeye başladık. En basit örnek, ÇED raporu hazırlama aşamasında STK’lara da yer verilmesi gerektiği bir yasal düzenleme. Buna itaat edilmediği gibi, mahkemelerin verdiği kararları bile, o sihirli GELİŞME kelimesi yüzünden uygulamıyoruz.

Bunları neden yazdım. Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı WWF ülkelerin karbon ayak izini açıklayan bir rapor yayınladı. Bu raporda, dünyada yaşayan 7 milyar insan ortalama bir Amerikalı gibi yaşamaya kalkarsa, bize 9 tane dünya gerektiğini, ortalama bir Avrupalı gibi yaşarsa 4 dünya gerektiğini ve ortalama bir Türkiye vatandaşı gibi yaşadığımızda bize 1,5 (bir buçuk) dünya gerektiğini ifade etti. Yani tüketimimize bir sınırlama getirmez isek, çocuklarımıza üzerinde yaşayacakları bir dünya bırakmayacağımızı belirtti. Şimdi bu açıdan bakarak, yukarda saydığım iki örneği bir kez daha düşünürmüsünüz?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Enerji üretiminde değişim ve Kooperatifler

TÜRKİYE'DE ENERJİ DÖNÜŞÜMÜNÜN İLK ADIMLARI

2009 Sakarya Ünivesitesi Kadın Sempozyumu Bildirisi