Afet Yönetimini yapabilecekmiyiz?

Tam bir haftadır hepimiz deprem ile yatıp deprem ile kalkıyoruz. 1999 depremini tüm acısıyla yaşayan bu ülke, ki daha önce de defalarca benzer afetleri ülkenin değişik yerlerinde gördü – en yakınımızdaki de 1957 Yenice depremi, halen önlem alınacak noktalarda ne kadar zayıf olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu köşenin takipçileri, belki hatırlayacaklardır, şehir selleri ile ve onlara karşı önlemlerin alınması konusunda Temmuz ayında bir yazı yazmış idim. Belediyelerin sorumluğuna verilen bu tür afetlere karşı hazırlıkların alınması konusunda ne yazık ki sınıfta kaldığımızı bir kez daha gördük. Şehir selleri veya deprem, ikisi de doğanın kurallarını ihlal ettiğimizde bizim göreceğimiz zararları her aşamada kendimiz görüyoruz.

Her iki afeti de incelediğimizde temel coğrafya bilgisinin aslında ne kadar yeterli olduğunu hepimiz görebiliyoruz. Dere yataklarının konuta açılması ne yazık ki en büyük benzerlik. Daha orta okul ders kitaplarında almış olduğumuz temel coğrafya derslerinden biliyoruz ki dere yatakları kumlu bir yapıya sahiptir. Yağmurlarla doğadan taşınan bu toprak, dere ve nehirler aracılığı ile denize taşınır. Onun için bu topraklar tarımsal alan olarak çok bereketli topraklardır. Biliyoruz ki tüm uygarlıklar su kenarlarında gelişmiştir. Çünkü su bizim en vazgeçilmez besinimizdir. Bunun yanına bir de ulaşım kolaylıklarını eklerseniz bulunmaz bir nimettir su. Tarım için de bu topraklar bu kadar bereketli ise, biz halen neden bu dere yataklarına, bir çoğu zaten çılgın su tüketimimiz nedeniyle kurumuştur, evlerimizi yapmak için bu kadar çaba harcarız? Burada bazı belediyelerin - bizim kontrolümüz dışında yapılaşma oluşmuş - diyerek kendilerini savunduğunu biliyoruz. Bu tamamen geçersiz bir savunudur. Madem kontrol edemiyorsun neden belediyenin yönetimine talip oluyorsun diyerek insana sorarlar. Bizler insan olarak zaaf gösterebiliriz. Kent merkezine yakın olmasını vb. gerekçeleri tercih ederek tehlikeli bölgeleri tercih edebiliriz. Ama kamu otoritesi dediğimiz kurumlar bizim bu alandaki zaaflarımızı engellemesini bilmek zorundadır. Veya bu alanda üretilecek konutlara olağanüstü kontroller geliştirerek, afetlere karşı kişi ve can güvenliğini sağlamalıdır.

Çanakkale’ye kuş bakışı baktığımızda bizim de aynı şekilde bir dere yatağına konuşlanmış bir kent olduğumuz görülmektedir. Kentimizi ortadan ikiye ayıran Sarıçay çevresi aslında verimli bir tarım alanı iken, çok katlı apartmanların egemenliğindedir (izin verilse kesin çok daha yüksek katlı yapmak isteriz). Aynı soruyu kendimize sormamız gerekir. Biz kent olarak afetlere, bu sel de olabilir deprem de, hazırlıklımıyız? 5393 sayılı Belediyeler yasası Temmuz 2005 tarihinde kabul edilmiştir. Bu yasanın 53. Maddesi aynen şöyledir: Belediye; yangın, sanayi kazaları, deprem ve diğer doğal afetlerden korunmak veya bunların zararlarını azaltmak amacıyla beldenin özelliklerini de dikkate alarak gerekli afet ve acil durum plânlarını yapar, ekip ve donanımı hazırlar. Acil durum plânlarının hazırlanmasında varsa il ölçeğindeki diğer acil durum plânlarıyla da koordinasyon sağlanır ve ilgili bakanlık, kamu kuruluşları, meslek teşekkülleriyle üniversitelerin ve diğer mahallî idarelerin görüşleri alınır. Plânlar doğrultusunda halkın eğitimi için gerekli önlemler alınarak ikinci fıkrada sayılan idareler, kurumlar ve örgütlerle ortak programlar yapılabilir. Belediye, belediye sınırları dışında yangın ve doğal afetler meydana gelmesi durumunda, bu bölgelere gerekli yardım ve destek sağlayabilir. Çok net bir şekilde belediyenin bu alanda sorumluğu çizilmiştir. Erciş veya başka bir yerde bu konutlara yapı ruhsatlarını da veren aynı belediyedir. Oluşacak afetlere karşı insanlarını koruması gereken de aynı belediyedir. O zaman, deprem ile yıkılan evlerden ve apartmanlardan da yine bu belediyeler sorumludur. Yıkılmış olan konutların altından insanların kurtarılması değildir mucize olan. O evlerin yıkılmamasını sağlamak, yıkılmasına izin vermemek belediyeler nezdinde hepimizin sorumluğudur.

Erciş depremi çok konuşulacak. Birden yaratılan ayrımcı dil, bizleri kendi ülkemizin insanlarına yardımdan uzaklaştırdı. Hemen bu deprem sonrası oluşan koordinasyonsuzluk ve bilgisizlik. Okulların %90’ının bir depreme hazırlıksız oluşu. Sanatçıların destekleri (ben bu yazıyı yazar iken Sezen Aksu ve Ajda Pekkan’ın Van’a gideceğini öğrendim). Ve tabii ki belki de en çok tartışılacak olan 1999 sonrası hayatımızın bir parçası olan “Deprem Vergisi”. Evet sadece Erciş’i değil, depremi ve afetleri çok konuşacağız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Enerji üretiminde değişim ve Kooperatifler

TÜRKİYE'DE ENERJİ DÖNÜŞÜMÜNÜN İLK ADIMLARI

2009 Sakarya Ünivesitesi Kadın Sempozyumu Bildirisi