KÜRESEL ISINMA, KÜRESEL BARIŞ’A KARŞI MI? BİRLİKTE OLABİLİRMİ?

Uluslararası hukuk veya örgüt/kurumların bu kadar etken olması, makalemizin ana konusunu teşkiletmektedir. Bu kurumlar, bizi çeşitli alanlarda uluslararası norm olarak kabul edilmiş bazı yaptırımlarazorlamaktadır. Dünyadaki tüm ulusların ortak deneyimlerinden yepyeni ve ulus üstü bir demokrasi tanımıgelişmektedir. Bu bizi çeşitli alanlarda ortak davranmaya itmektedir. Bu ortak davranışların belki de en etkilive en kolay kabul edilebilecek olanı, Küresel Isınmaya ve İklim Değişikliğine karşı “ortak” olarak alınabilecekhareketlerimizdir. Yaptırımlarımızdır.

Özellikle 11 Eylül gibi bir milattan sonra yaşanan küresel tehdidin yerini, küresel ısınma gibi birkonunun alması, biraz zor görünse de yine de olmayacak gibi değildir. Küresel ısınma, aslında küreselboyuttaki bir sorunu yine küresel anlamda çözebileceğimizi göstermektedir. Bunun için gerekli olan bilgilerelimizdedir.Bu yıl Nobel Barış ödülünü, aktif siyaseti bıraktıktan sonraki yaşamını tamamen küresel ısınmanındünyaya anlatılmasına adayan Al Gore’a verildi. Nobel ödülünü alan kişilerin, ödül töreninde yaptıklarıkonuşmalar çok önemlidir. Bu konuşmalar kitap olarak yayınlanır (Orhan Pamuk, Babamın Bavulu). Al Goreda 10 Aralık 2007 tarihinde Oslo’da yaptığı konuşmada, Henrik İbsen’den bir alıntı yapar: “Yanılmayın,gelecek nesil bize iki sorudan birini soracak: Ya, “Ne düşüyordunuz? Neden harekete geçmediniz?” diye, yada bunun yerine şunu soracaklar: “Pek çoğu tarafından çözümü imkânsız denilen bir krizi başarıyla çözecekve harekete geçecek cesareti nasıl buldunuz?”. Bu sorunun cevabı belki ikinci bölümde saklıdır. Hareketegeçecek cesaret aslında bizi buraya getirmesi gerekiyordu. Bunu da belki bireysel olarak başarma şansımızyok idi, ama yine de bireysel hareketler, ulusal sınırları zorladığı gibi, uluslar arası sınırları da artıkzorlamaktadır. Artık uluslar arası hukuk daha da çok önem kazanmakta ve bu çerçevede yaptırımı dahaetkin sonuçlara ulaşılmaktadır. Myanmar’da meydana gelen felakete ulusal yönetim, dışarıdan gelecek olandesteklere daha fazla engel olamamaktadır. Kendi koyduğu sınırların herhangi bir etkisi kalmamıştır. Aynışekilde Afrika kıtasında oluşan kuraklık veya sınır ihlalleri gibi sorunlara da uluslar arası örgütler/kurumlarmüdahale etmekte ve bu müdahale hiç de yadsınmamaktadır.Küresel ısınmanın tanımları neredeyse tüm toplumlarda ve tüm kültürlerde değişmektedir. Bunarağmen Birleşmiş Milletler (UN)’in getirdiği tanım bence en açıklayıcı ve en doyurucu nitelikleri taşımaktadır.Bu tanım şu şekildedir : “Karşılaştırılabilir bir zaman periyodunda gözlenen doğal iklim değişikliğine ekolarak, doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan etkinlikleri sonucunda iklimdeoluşan bir değişiklik”Buradan yola çıkarak acaba şöyle bir yoruma da ulaşabilirmiyiz? “insan eliyle yapılan her değişiklikaynı zamanda üzerinde yaşadığımız gezegene de zarar vermekte midir? Bu soruyu sorduğumuzda, hemenkarşımıza “ne yazık ki” cevabı gelecektir. İnsan faaliyetlerinin hepsi bizim dünyamıza dolaylı da olsa zararlısonuçlar vermektedir. Anarşist çevrecilere göre insan tamamen dünyaya zararlı bir canlıdır. Dünyanın kendisistematiğine bürünmesi için, insanoğlu dünyadan silinmelidir veya aynı Kızılderililer ve amazonlardaki küçükyerel kabileler gibi doğanın bir parçası gibi yaşamalıdır. Günümüz ekonomisinin geçerli olduğu bir dünyadabunun hayalini bile kurmak aslında ne kadar zordur. Küreselleşmeyi ne kadar onaylasak veya onaylamasakda bunun değişmesi için elimizden delen çok fazla bir şey yoktur.

1-DÜNYAMIZI BEKLEYEN FELAKETLERSULARIN YÜKSELMESİKüresel ekonomi özellikle az gelişmiş bölgelerde (ülkelerde) nüfusun belli şehirlerde toplanmasınaneden olmuş, bu şehirlerde de özellikle “kenar mahalleler” yaratarak ve işgücünü bu mahallelerde ikametettirerek kontrolünü sağlamaktadır. Kentler de genellikle su (özellikle deniz) kenarlarına konumlanmaktadır.Küresel ısınma sonucunda beklenen felaketlerin en önemlisi, buzulların eriyerek, deniz seviyesininyükselmesidir. Bu durumda en çok zorlanacak olan nüfus, düşük gelirli ve kentlerin gettolarında yaşayan bugörece düşük gelirli nüfus olacaktır. BM’nin yaptığı araştırmalara göre 2100 yılında beklenen 1,6 metre suseviyesindeki yükselme, dünya nüfusunun %30‘luk kesimini etkileyecektir(http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2008/08/080806_arctic_map.shtm

l).ENERJİ KULLANIMINDAN KAYNAKLANAN HAVA KİRLİLİĞİDünya üstünde yaşayan insanlar olarak her alanda enerji kullanmamız gerekmektedir. Kullandığımızenerjinin de yarısından fazlasını fosil yakıtlardan karşılamaktayız. Bunun içinde özellikle kömür tüketimi ileelde ettiğimiz elektrik enerjisi çok büyük bir yer tutmaktadır. Kömür yakılması sonucu özellikle atmosfereyayılan CO2 ile yaratılan sera gazı etkisi, dünyamızı tehdit eden ikinci tehlikedir. Yine bilimsel çalışmalargöstermektedir ki, sera gazı salınımı kontrol altına alınmadığı takdirde, bugünkü seviyede bile tutulmasıatmosferin üzerine bir battaniye örtülmesi anlamına gelmektedir. İçerideki ısının dışarıya çıkmasına engelolan bu uygulama, sera gazlarının bugünkü seviyenin de altına çekilmesi ile olumlu hale gelebilecektir.Atmosfer ise sadece kirleten ülkelerin veya bölgelerin üstünde değil de her yerde aynı etkiyi yaratacağı için,bu battaniye, tüm dünyanın üstüne örtülmüş olacaktır. Dolayısı ile tüm dünyayı etkilemektedir.

DOĞAL KAYNAKLARIN AŞIRI TÜKETİLMESİDünya nüfusunun son 50 yılda bugüne kadar gördüğü en yüksek ivmeyi yakalamış olması ve varolan nüfusun neredeyse ikiye katlanması sonucu artan talep (enerji, gıda, su vb.) dünyanın bugüne kadaryaşadığı en hızlı hammadde tüketimine neden olmuştur. Bunların karşılanması için durmadan yeni arzyaratılmış, var olan yer altı ve yer üstü kaynaklar çok hızlı bir şekilde tüketilmeye başlanmıştır. Dünya üstü vealtındaki kaynakların da, dünyanın dengesinin kurulması için önemli birer etken olduğunu düşünürsek, buhızlı tüketim, bu dengeyi de bozmaktadır.

YAKLAŞAN GIDA KRİZİRusya, dünyanın en önemli tahıl ihracatçılarından biri. Bünyesinde bulunan toprak mahsullerindensorumlu ofisleri 1 Ağustos 2008 itibari ile birleştirme kararı alması, tüm dünyada kaygı ile izlendi. Bundansonraki süreçte gıdanın diplomatik silah olarak kullanılacağının açıklamasını yapan Washington’un korkusuaçıkça belli olmuştur ( http://www.taraf.com.tr/haber.asp?id=1378 ). Tabii ki kaygı duyması gereken sadeceWashington değil, herkestir. Bizi doyurur diyerek baktığımız Konya Ovası kuraklığa teslim olmuştur. Özelliklekapatılma krizi ve/ya Ergenekon soruşturması gibi günlük politikaları aşabilen Türkiye, Konya ovası gibivahim pozisyonlar alan konulara eğilip, bir an önce önlemlerini alacaktır diye umut ediyoruz. Yaşanan gıdakrizini sadece bu kadar kısıtlı ele almak haksızlık olacaktır. Özellikle tarım alanına sahip olmayan Afrikakıtasındaki ülkeler ve/ya Asya kıtasındaki ülkeler bu sıkıntıları şu anda yaşamaya başlamışlardır. 2007yılında yaşanan gıda fiyatlarındaki artış ve sözünü ettiğimiz ülkelerde baş gösteren halk hareketleri, bunun ilkgöstergeleri olarak algılanmalıdır.Gıda krizini tetikleyen ikinci ana neden ise, Bio yakıt üretimi için özellikle az gelişmiş ülkelerin tarımalanlarının kullanılması ve bu ülkelerin kendi gıda üretimleri yerine gelişmiş ülkelerin kullanımı için enerjiolarak kullanılacak tarım ürünleri imalatı bu alandaki en sıkıntılı süreçtir. Bio yakıt için kullanılan gıdaürünlerini (mısır vb.) üreten ülkeler genellikle azgelişmiş ülkelerdir. Kalabalık nüfus ve modernize olmamıştarım teknikleri ile aslında kendi ülkeleri ve nüfusları için gıda üretimi yapacakları tarım alanlarında, gelişmişülkelerin kullanacakları bio yakıt üretiminde kullanılacak ürünleri yetiştirmektedirler. Temel gerekçe debunların getirisinin yüksek olmasıdır. Yani ekonomik nedenler ağır basmaktadır. Ama aynı ülkelerinvatandaşları bu gerekçe ile daha da fakirleşmekte, temel gıda maddelerine ulaşmaları daha da zorlanmaktadır.

BUMERANG ETKİSİYukarıda saydığımız tüm tehlikeler, daha önce de belirttiğimiz gibi dünyamızın sadece bir bölgesinietkilememektedir. Atmosferik olaylar (rüzgâr, yağmur vb.) sonucu tüm dünya bu süreçlerden etkilenmektedir.Küresel ekonomi sonucu yaratılan zenginlikler bizleri bu felaketlerden ne yazık ki kurtaramayacaktır. Çünküvar olan dengesizlik zaten bu alanlarda yaşananlar sonucu olmuştur. Bütün dünyanın üzerinde hem fikirolduğu ve değiştirmeye çalıştığı da zaten bu süreçtir. Var olan tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi için tümdünyada çeşitli etkinlikler yapılmakta, siyasiler politikalar geliştirmekte, yöneticiler kararlar alarak uygulamayageçmektedirler. En basit örnekler Londra gibi bir mega-kent’ de yerel yönetimin aldığı araçların bellibölgelere girmesinin yasaklanması gibi kararlar her açıdan ele alınabilmektedir. Trafiği rahatlatma adı altındayapılan bu uygulamanın İngiltere Çevre Bakanlığı tarafından “Sıfır KarbonluKentler”(http://www.britishcouncil.org/zerocarboncity.htm) e örnek gösterilmesi, uygulamanın aynı zamandakarbon salınımı politikalarının bir uzantısı olduğunu göstermektedir. AB politikalarını incelediğimiz zaman dabenzer uygulamaları gözlemlemekteyiz (bkz. http://ec.europa.eu/environment/newprg/index.htm). Özellikle gelişmiş ülkeler (ABD dahil) artık “ben kirletirim gerekirse de öderim” politikasından vazgeçmişlerdir.

2-ULUSLARASI HUKUKUN YÜKSELİŞİHukuk fakültelerinde, hukuka giriş dersinin ilk haftalarında hukukun geçirdiği evrim anlatılır. Bunagöre ilk aşama hukuk, insan-insan arasındaki ilişkileri düzenler. İkinci aşama ise, insan-devlet arasındakiilişkilerin düzenlendiği dönemdir. Çünkü artık devlet kurulmuştur ve bu sosyolojik kurum(veya kavram!) ileinsanlar arasındaki ilişkiler düzenlenmelidir. Fakat son aşama daha da ilginçtir. Artık dünyanın her yerindedevletler vardır. Hukuk da artık bu devletlerin birbiri ile ilişkilerini düzenleme aşamasına gelmiştir. Her devletkendi vatandaşları ile kurmuş olduğu özel hukuki bağlarının haricinde, adına “uluslar arası hukuk” dediğimizbir kavram ile tanışmıştır. Bu devletlerin de birbiri ile ilişkisinin düzenlenmesi gerekmektedir. Özellikle küreseldünyada bu daha da elzem bir hal almıştır.Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişen Demokrasi bilinci ve ulusların birbirine tekrar bu orandayıkıcı bir zarar vermesinin önüne geçilmesi için yapılan ortak hamleler, yepyeni bir hukuk yapısınınoluşmasını sağladı. Bunun ilk adımı olabilecek meşhur Nürnberg mahkemeleri, İkinci Dünya Savaşıesnasında soykırıma katılmış Nazi subaylarının yargılanması için uluslar arası bir konsensüsünsağlanmasına neden oldu. Soykırım bir “insanlık suçu” olarak kabul edildi. O güne kadar uluslar arasıliteratürde olmayan kavramlar ile Dünya tanışmaya başladı. Bu yeni ortaklıkların oluşmasını hızlandırdı.Üçüncü sektör dediğimiz Sivil Toplum Örgütlerinin sözleri daha çok dinlenilir oldu. Daha önce sadece birvergi kaçırma yolu olarak kullanılan vakıf kurmanın amacı, toplumsal sorumluluk olmaya başladı.Burada sadece konumuzla ilgili olanları alacağımızı belirtmem gerekiyor.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER Birinci Dünya Savaşı sonrası toplanan Paris Barış Konferansında (1919) “Milletler Cemiyeti”nin ilkadımları atılır. Aynı zamanda ILO (Uluslar arası Çalışma Örgütü)nün de temelleri atılır. Birleşmiş Milletleradını alabilmesi için araya bir dünya savaşı daha girmek zorundadır. Kurumun çalışmaya başlamasının asılsebebinin yukarıda saydığımız devlet-devlet arasındaki hukuki süreci birbiri ile bağlantılandırmak, uluslarıbirbirleri ile yaklaştırmak olduğunu tüm sözleşmelerden görürüz. Kurulan tüm yan organlar (UNDP, FAO vb.)da bu sürecin gelişmesine yardımcı olacaktır. Çünkü artık devletler kendi aralarında bir hukuk sistemininoluşmasını elzem görmüşlerdir. Tek bir dünyada yaşar iken, farklı coğrafyaları paylaşsak da, belli başlıalanlarda ortak hareket etmek gerekliliği herkesi zorunlu kılmıştır. Ortak ticari ve ahlaki normlarınoluşturulması bunun ilk aşamaları olmuştur.

AVRUPA BİRLİĞİ Yine ikinci dünya savaşı sonrası süreç, kıta Avrupası gibi sıkışık (!) bir coğrafyada yaşayan ülkeleriortak bazı adımların atılmasını zorunlu kılmıştır. Yaşanan savaşın yıkıcılığının tekrarlanmaması içininisiyatiflerin oluşturulması; Demir Çelik birliği gibi ortak ticari alanların keşfi bunların ilk örnekleridir.İncelendiğinde çok önemli bir ortaklık adımı örneğidir Avrupa Birliği süreci. Şu anda 27 ülkenin tam üyeliği vehalen sorunlu bir ortaklık olsa da, dünyadaki uluslar arası ilişkilere çok iyi bir örnek teşkil etmektedir.Türkiye’nin de aday ülke olarak görüşmelerini sürdürdüğü ve önümüzdeki on yıl içinde üye olmayıhedeflediği Avrupa Birliği, yeni bir siyasal sistemin de oluşmasını sağlamıştır. Ulus devletlerin yerini kıtaavrupasında alınan kararlar (tabii ki şu an için sınırlı) almıştır. Ulusal paralarından bile fedakarlık eden buülkeler, barış içinde ortak çözümler üretmenin ilk adımlarını atmışlardır. Halen işin çok başında olunmasınarağmen önemsenmesi gereken bir siyasal yapı olarak algılanmalıdır.

KYOTO PROTOKOLÜ 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde toplanan ve 160 ülkeden gelen 10.000 civarında bilimadamı, uzman ve hükümet yetkililerinin katıldığı uluslararası konferansta iklim değişikliği ile ilgili konularbütün açıklığı ile gündeme gelmiştir. Konferans sonunda Kyoto Protokolü olarak adlandırılan bir anlaşmaimzalanmıştır. Bu anlaşma hükümlerine göre; gelişmiş ülkeler, başta karbondioksit ve metan olmak üzeresera gazı üretimlerini, 2012 yılına kadar, 1990 yılı düzeylerinin en az %5’i oranında azaltacaklardır.Burada da fark edileceği üzere, 160 ülke bir karar aldı. Sadece kendilerini düşünerek değil, artıkdünyayı düşünerek bu kararı aldılar. Artık dünya için bir şeyler yapmaya karar verdiler. Bunun için kendiekonomilerini ve gelişmişliklerini bile belli oranlarda sınırlandırmayı taahhüt ederek bu kararı aldılar. Ve süreçiçinde de gördük ki, Kyoto süreci belli bağlayıcılıklar taşıyan, ülkeleri taahhütleri çerçevesinde davranmayaiten bir süreç idi. Bir protokol ve bunun çevresinde geliştirilen bir anlayış, ulusal kararların ve yasalarınüstünde değerlendiriliyordu. Ve bilindiği gibi de Türkiye Cumhuriyeti olarak Kyoto Protokolünü bu yıl meclisteonaylamaya karar verdik. Yani bizde Türkiye Cumhuriyeti olarak belli uluslar arası kurallara uymayı taahhütettik.

3- DÜNYA PARLAMENTOSU VE MONBIOT
Çevreci, eylemci, akademisyen ve gazeteci olan George Monbiot, Türkçeye de çevrilen “manifesto”isimli kitabında, bizim de yukarıda sıraladığım uluslar arası hukuk alanında yeni açılımlara destek verici biröneride bulunur. Bu kitaptan bazı alıntılar yapmadan önce biraz gerilere gitmekte yarar olacağını sanıyoruz.Küresel kapitalizmin en önemli bunalımının 1929 buhranı olduğunu biliyoruz. Bu sürecin hemen ardındanbaşlayan kapitalist yenilenme döneminde özellikle ABD ve İngiltere’de Keynes’in önerdiği sosyal politikalaruygulamaya alındı. Keynes’i dönemi ekonomistlerden ayıran da zaten bu sosyal politikalar konusundaki buileri atılımcılığı idi. Uluslar arası ticaretin koşullarında bir değişim için, azgelişmiş ülkeler açısından daha adilolacağına inandığı “Uluslar arası Kliring (Takas) Birliği”nin kurulmasını önermiştir. Bu aynı zamanda birdünya bankasının ilk adımları da denebilir. Monbiot da bu tezi ele alarak, bir dünya parlamentosu çerçevesinibelirlemiş, bu şekilde de farklı bir dünya düzeni önermiştir.Monbiot Oxford’da çevre politikaları üzerine ders veriyor ve Guardian gazetesinde köşe yazısıyazıyor. 1995 yılında, çevre konusundaki başarılı çalışmaları nedeniyle kendisine Mirleşmiş Milletler Global500 ödülü verildi. Bir dünya parlamentosu çerçevesinde farklı bir dünya düzeni tasarlayan Monbiot, IMF veDünya Bankası’nın kapatılması, yıllar önce Keynes’in planladığı Uluslar arası Kliring Birliği’nin kurulması gibiçeşitli öneriler getiriyor. Bu şekilde de yoksul dünyanın borç sorununa çözüm bulmaya çalışıyor. ÇünküMonbiot’a göre küresel çevre felaketinin temel nedeni adil olmayan bu ticaret ortamıdır. Küresel anlamdaticaretin adil dağılımını sağlayabildiğimizde, özellikle azgelişmiş ülkelerin çevre üzerinde yarattıkları yoğunkirletici üretim tekniklerinin de biteceğini ve daha adil, daha temiz bir gelecek yaratmada önemli olacağınısavunmaktadır.Manifesto kitabında Monbiot, Dünya Parlamentosunun işleyişi ve hatta seçim kriterleri konusundabile bizlere ipuçları verir. Tüm bunları özellikle Birleşmiş Milletlerin, özellikle de Güvenlik Konseyi kavramınınişleyişi hakkındaki kaygılarını dile getirir.

SONUÇ Bu alanlardan yola çıkarak, özellikle küresel ısınma gibi tüm dünyanın sorunu olabilecek bir konuyuele aldığımızda, yine dünya üzerinde buna karşı ortak adımlar atabilmemizin bugüne kadar başarılı örnekleribulunduğunu görmekteyiz. Küresel anlamda bir ortaklık bizi ortak diyaloglara, ortak hareketlere (örneklerdeverildiği gibi) itecektir. Ortak yarattığımız her alanın, bizi küresel anlamda barışın tahsisi konusunda ilerileregötüreceğini gözlemlemek hiç de zor değildir.

KAYNAKÇA
Hubermann, Leo,(1998), “Kentler”, Dost yayınları
Hasgüler, Mehmet, Uludağ, Mehmet B.(2004), “Uluslararası Örgütler”, Nobel Yayınları
Monbiot, George, (2006), “Manifesto farklı bir dünya düzeni için”, Plan b Yayınları
Rifkin, Jeremy, Howard, Ted, (2003), “Entropi Dünyaya yeni bir bakış”, İz Yayıncılık

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Enerji üretiminde değişim ve Kooperatifler

TÜRKİYE'DE ENERJİ DÖNÜŞÜMÜNÜN İLK ADIMLARI

2009 Sakarya Ünivesitesi Kadın Sempozyumu Bildirisi