KENTLER SERA GAZI ÜRETiYOR

Sera gazı salımlarında en önemli unsur enerji üretimi. Tüm dünya da bunun sonuçlarından etkilenmektedir. Araçlarda kullanılan benzin ve türevleri, elektrik elde etmek için kullanılan yöntemler ve sanayide enerji üretmek için kullanılan yöntemler bunların en görünürleridir. Elektrik enerjisi elde etmek için fosil yakıtların (Kömür ve petrol türevleri) kullanılması ise en bilinenidir. Kentleşme ve kentleşmeye dayalı yerleşimlerin artması ise ayrı bir salım gerekçesidir. Bugün kentler, dünyada üretilen enerjinin % 65ini kullanmaktadırlar. Kentlerin sera gazı salımları ise daha fazladır. Yani kentler, küresel ısınmanın da bir gerekçesidir. Çok hızlı bir şekilde kent ve kentleşme politikaları üretmemiz gerekmektedir. Küresel ısınmayı azaltacak modeller elimizde mevcut iken bunları kullanmamak, gelecek nesillere karşı en büyük ihanetdir.
Sanayi devrimi dediğimizde, fabrikasyon üretimin artışını telaffuz etmek yanlış olmaz. Bu fabrikalar da genellikle kentlere veya kentlerin çevresine kurulmuştur. Onun içindir ki küçük yerleşimlerden kentlere göç hareketi 19. Yüzyılın sonunda büyük bir hız ile başlamış ve halen devam etmektedir. Kentlerde kurulan bu fabrikalar (küçük atölyeler) her türden üretimi sağlamaya başladılar. Kırsaldaki üretimin bile bu atölyeler aracılığı ile daha verimli! bir şekilde yerine getirildiğini de biliyoruz. Ama mekanik üretim her zaman kendisine belli olanakların sağlanmasını talep etti. Zaten seri üretimi gerçekleştirmek için de bu olanaklara sahip olmalıydı. Bunlar enerji, hammadde ve doğal olarak işgücü idi. Tüm bunlara bir de ulaşım altyapısını eklediğimizde, sanayi tamam olacaktı.
Kentlerdeki birçok altyapı, fabrikaları kentlere ve kentlerin çevresine getirdi. Bu nedenlerin en önemlisi nüfus idi. Kentler zaten sahip oldukları bir nüfus potansiyeline sahiplerdi. Bu nüfus kent içinde küçük atölyelerde belli el sanatlarını ve hizmet sektöründeki üretimleri sağlamakta idi. Yani az da olsa kalifiye eleman statüsündeki bu işgücü, kente yeni gelen fabrikalarda rahatlıkla kullanılabilirdi. Nispeten kalifiye sayılan bu nüfusun haricinde, kırsalda artan nüfus nedeniyle yeni umutlarla kente göç eden köylü nüfus da, sanayinin yeni işçileri idi.
Kent aynı zamanda ulaşım ve haberleşme imkanlarına sahip idi. Birçok kentin zaten bir limanı, kanalı, yolları hatta demiryolu ağlarına bağlantısı vardı. Limanlara yanaşan gemiler, satmak için dünyanın en uzak köşelerinden benzersiz ürünler getiriyorlardı. Tabii aynı gemiler yine bir sürü ürünü de farklı dünyalara taşıyorlardı. Gemilerle gelen bu ürünler ülke içlerine kadar uzanan kanallar veya nehirlerden deniz bağlantısı olmayan yerlere taşınabiliyordu. Ülke içlerine su yolları ile ulaşılamıyorsa, kara ve demir yolu ile ulaşmak kolaydı. Ama tüm bunlar, sadece kentler arasında vardı. Bu da zaten sanayi üretimi yapacak olan fabrikalar için bulunmaz bir nimet idi. Bu ulaşım ağları ile hammaddesini rahatlıkla getirebilecek, üretim yapacak ve pazarlayabilecekti. Bu ulaşım ağları onun haberleşmesini de rahatlatıyordu.
Kentlerdeki fabrikalar ilk aşamada enerji olarak kendi kaynaklarını kullandılar. Yani kendi buharlı kazanları ile enerji ürettiler. Makinelerini çalıştırdılar. Fakat kentlerde kullanılmaya başlanan elektrik enerjisi ile makinelerini daha hızlı ve daha verimli kullanma imkanı buldular. İlk dönemlerde kömür ve petrolden elde edilen elektrik enerjisi, suyun gücünden yararlanarak yapılan hidroelektrik enerji santralleri ile gelişmiştir. Son dönemde sanayi, doğalgaz, jeotermal, nükleer hatta yenilenebilir enerji kaynakları gibi alternatifleri de kullanmaya başlamıştır. Üretim için en önemli girdilerden biridir enerji. Bu girdinin maliyeti nerede ve hangi kaynakta daha ucuz ise, sanayi onu kullanmaktadır. Enerji olmadan herhangi bir üretimi veya tüketimi gerçekleştiremeyiz. Önemli olan, sanayi kuruluşlarının temiz enerji kaynaklarını kullanması teşvik etmektir.
-------------------------------------------------------------------------------------


Geçen hafta sanayi yatırımlarının neden kentleri tercih ettiğini yazmış idik. Kentlerin sera gazı salımlarına neden olan, sadece kent çevresine yerleşmiş bulunan sanayi yatırımları değildir tabii. Şehir planlaması ve binalarda kullanılan malzemeler de bunun en büyük etkenlerinden sayılmaktadır. Binaların güneş ve hakim rüzgarlara göre yerleştirilmesi, buna göre bina konseptlerinin belirlenmesi sağlanabilir. Tabii buna göre şehir planlaması da yapılmalıdır. Sokakların ve kentin gelişim yönü de (tabii coğrafyanın da izin vermesi ile) bunlara göre belirlenecektir. Birde tabii ki binanın inşasında kullanılan malzemenin özelliği bu alanda en önemli etkenlerden birisi.
Şehir plancılarına çok büyük işler düşmektedir. Ben o alanda uzman olmadığım için, bu planlama sürecinin tarihçesi hakkında bilgi veremeyeceğim. Sadece katıldığım çeşitli toplantılar ve okuduğum kitaplar, şehir planlama sürecinin ne kadar önemli olduğuna dair kesin ipuçları veriyor. Bütün dünyada daha az enerji tüketecek, hatta kendi enerjisini kendisi üretecek konutlara hızlı bir yönelme yaşanıyor. Bu alanda özellikle İtalya, Portekiz ve Çek Cumhuriyetinde önemli uygulamalar yapan araştırma ve uygulama enstitüleri çok önemli çalışmalar yapmakta. Güneşin hem aydınlatma, hem de ısıtmada kullanılması, bizim daha az enerji tüketmemizi sağlayacak. Bunu hesaba kattığınızda, evinizin konumunu ve binanın yönünü belirleme hakkınız vardır. Bunu yapmak da zaten ülkemizde yasal olarak zorunludur. Ama şehir planlaması da buna izin vermek zorundadır. Sokağın şekli ve sokaktaki diğer evlerin konumu sizi bazen farklı davranmaya itmektedir. Bunun için şehir plancılarının tüm bu olasılıkları ele alarak bir düzenleme yapmaları gerekmektedir. Benim bu alanda yararlandığım en önemli eser, Elizabeth Burton ve Lynne Mitchell’in 2006 yılında yayınladıkları “Urban Design: Streets for Life” adlı eseridir. Kitabın ana teması, yaşanabilir ve her alanda kullanışlı sokakların planlanmasıdır. Daha verimli evlerin yaratılması ile daha az enerji tüketilecektir. Daha az enerji tüketmek, ise daha az yatırım ve daha çok tasarruf demektir.
Konutlarda daha az enerji tüketmek için kent planlaması haricinde binanın yapım sürecinde kullanılan malzemelerin de buna uygunluğu önemli bir yer tutmaktadır. Binanın en doğal malzeme ile üretilmesi, çevreye en az zararın verilmesi demektir. Yani eski usullerle taş malzeme kullanılması, hem sağlık hem de verimlilik açısından en uygun yoldur. Son zamanlarda özellikle Almanya’da yeniden ahşap, saman ve benzeri doğal malzemeler ile konut yapımı hızla artmıştır. Bu alanda Çanakkale’de bulunan Troya Çevre Derneği, Almanya’daki bir STK ile, bu konut şekillerinin Türkiye’deki uygulamaları üzerine bir ortak proje geliştirmiştir. Fakat bu malzemelerin kullanımına her zaman sahip olamayabiliriz. Bayındırlık Bakanlığı, yeni yayınladığı bir genelge ile binaların hepsinde bir verimlilik karnesinin bulunmasını zorunlu kılmıştır. Bundan sonra bu karneye bakarak evimizin hangi malzemeden yapılmış olduğunu, enerji verimliliğini öğrenebileceğiz. Bilinçli tüketiciler de bu karneye göre evlerini satın alacaklardır.
Birde yapılmış ve şu anda oturduğumuz konutlar mevcut. Bu konutların da yalıtımının yapılması önemlidir. Eski malzemeler ve eski teknoloji ile üretilen bu evler, hızla yenilenmeli ve günümüz teknolojisine uygun hale getirilmelidir. Bugün neredeyse bir moda haline gelen bina mantolama denilen dış cephenin yalıtılması bile % 50 lere varan ısı yalıtımı sağlamaktadır. Daha az enerji ile aynı alanı ısıtmak, hem ekonomik yönden yarar sağlayacaktır hem de kullanılan yakıt tüketiminde bir azalma yaratacağı için daha az sera gazı salımına neden olacaktır. Eski zamanlardaki konutların tek bir şömine ile ısındığını düşünürsek, yalıtımın ne kadar önemli olduğunu görebilmekteyiz.
Tüm bunların uygulanması için amerikayı yeniden keşfetmeye gerek de yoktur. Ne kadar verimli ve yalıtımlı sistemler kullanırsak, dünyamızı da, kendimizi de o kadar olası felaketlerden koruma imkanına sahip olacağız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Enerji üretiminde değişim ve Kooperatifler

TÜRKİYE'DE ENERJİ DÖNÜŞÜMÜNÜN İLK ADIMLARI

2009 Sakarya Ünivesitesi Kadın Sempozyumu Bildirisi