DOGANIN BiR HAK ÖZNESi OLMASI

Önce İstanbul, sonra Çanakkale’de “Ekolojik Anayasa” toplantıları gerçekleştirildi. Geçtiğimiz ay içinde gerçekleşen bu iki toplantı hakkındaki izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. İstanbul’da 15 Mayıs Pazar günü gerçekleşen toplantıyı Yeşil Düşünce Derneği organize etmişti. Hemen iki gün sonra 17 Mayıs Salı günü ise Çanakkale’de Yalı Han’da yapılan toplantıyı Troya Çevre Derneği organize etti. Her iki toplantının da beklenenden fazla ilgi ile karşılanması, konunun ne kadar dikkate alındığını göstermekte idi.
Bugün yapılan seçim öncesi seçim çalışmaları sürecinde en çok üzerinde durulan konuların başında seçimlerden sonra yapılacak olan sivil anayasa geliyordu. 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan tarihi referandumda dile getirilen yeni ve sivil bir anayasa hazırlanarak, 12 Eylül darbe anayasası silinmek isteniyordu. Bunun için anayasanın bazı maddeleri değiştirilerek, %58 gibi bir çoğunlukla kabul edildi. Daha önceleri mecliste defalarca değişikliğe uğrayan 82 Anayasası, bu kez halkın da onay vermesi ile bir referandum ile değiştirilmişti. Lakin yapılan değişiklikler kısıtlı idi ve seçim sonrası çok sesli ve geniş bir katılımla yeni bir anayasanın çalışmalarının yapılacağı hep konuşuldu.
Referandum sonrası birçok anayasa hukukçusu seçimlerden sonra yeni meclis tarafından hazırlanması dile getirilen sivil anayasaya zemin olması için çeşitli çalışmalar yapmaya başladı. Bunların içinde en dikkat çekicilerinden bir tanesi ise, Yeşil Düşünce Derneği tarafından dile getirilen “Ekolojik Anayasa” kavramı idi. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 1983 yılında Prof. Mümtaz Soysal hocamızdan almış olduğum Anayasaya Giriş derslerinden hatırlıyorum ki, ekoloji kavramı bizim anayasalarımızda hiç yer almamıştı. Evet, 82 anayasasında çevrenin korunması ve herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkından bahseden bir madde (md.56) var idi. Yapılan yasal düzenlemelerle “Ama” diyerek bu madde de aşılmış idi. Son yıllarda özellikle çevre yasalarının ihlali konusunda, hukukçular çevrenin korunması üzerine daha sağlıklı bir çözüm yolu üretebilmek için çok tartıştılar. Anayasaların bizim hakkımızı teminat almak üzere hazırlandığını biliyoruz. Devletin egemenlik anlayışı, kendisini anayasalarda ifade eder. Peki, doğanın hakları üzerine tartışılması gerekirmiydi? Doğanın hakları varmıydı? Doğanın tamamen bizim egemenliğimiz altında bir “nesne” olduğunu düşünürsek, sonuçları ne olacaktı? Dünya ülkeleri bu alanda ne tür çalışmalar yapmışlardı? Bunlar gibi sorular çerçevesinde düşünen hukukçular, birçok ilde çeşitli ilgi grupları ile bir araya gelerek, sorulara ve sorunlara birlikte çözümler aramaya başladılar. Çanakkale’de de düzenlenen bu toplantıların sonuç bildirgesine, http://ekolojikanayasa.org/ adresinden ulaşabilirsiniz. Benim üzerinde durmak istediğim tek kısım, doğanın bir hak nesnesi olarak algılanması. Doğayı bir hak nesnesi olarak algıladığımız an, bugüne kadar ki tüm alışkanlıklarımızı tekrar tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor. Ki zaten o zaman dünyamızın geleceğini, çocuklarımızın geleceğini düşünmüş olacağız. Bugünkü hırs dolu taleplerimizi frenlemenin yollarını bulmazsak, bizi tam yok oluştan hiç kimsenin kurtaramayacağını bilmemiz gerekiyor. İstanbul toplantısı katılımcılarından Ömer Madra, “Araf gibi bir noktadayız” diyor. Evet, bundan sonrasını belirlemek tamamen bizim elimizde. İstersek tüm canlılarla beraber kendi geleceğimizi belirleyebiliriz. İstemezsek de sonu hazırlamak yine bizim elimizde. Tartışmalara da önümüzdeki hafta yer vermek istiyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Enerji üretiminde değişim ve Kooperatifler

TÜRKİYE'DE ENERJİ DÖNÜŞÜMÜNÜN İLK ADIMLARI

2009 Sakarya Ünivesitesi Kadın Sempozyumu Bildirisi