2009 STK Sempozyumu Bildirisi

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ:SOSYAL SORUMLULUK MU? “SOSYAL ZORUNLULUK” MU?


ORAL KAYA


Özet
İklim değişikliği, dünyamızı tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Son zamanlarda sadece Sivil Toplum Örgütlerinin ilgi alanı olmaktan çıkmış, uluslar arası kurumların (Birleşmiş Milletler gb.) ve de devletlerin ortak sorunu olmuştur. STÖ’ler bu alanda bugüne kadar belli sorumluluklar üstlenmişlerdir. Ama asıl çalışma ve yaptırım alanı, STÖ’lerin daha çok lobi faaliyeti yürütecekleri bir alana, yani devlet ile karşı karşıya kaldıkları bir alana gitmiştir. Var olan yaşam koşullarımızın değiştirilmesini gerektiren iklim değişikliği karşısında alınacak olan önlemler, özel kuruluşlar ve şirketleri bir ikilem içine itmiştir. Var olan kapitalist yapı içinde şirketler, hem sosyal sorumluluk projeleri ile kendi varlıklarını daha legal hale getirmek isterken, karlarının arttırılması için de çalışmalar yapmakta, önlemler almaktadır. İklim değişikliği ile mücadele eder iken, var olan tüm yaşamsal alışkanlıklarımızı değiştirmek zorunda kaldığımızda, bu alanda “destek” vermek isteyen şirketlerin bir ikileme düştüğü aşikârdır. Devlet ile çatışmak istemeyen şirketler, bir taraftan kendi karlarının geleceğini de hesaplamak zorundadırlar. En çok çevre ile ilgili faaliyetlere kaynak aktaran ve bu alanda kendini “sosyal sorumlu” hisseden özel kuruluşlar ve şirketler, iklim değişikliği konusunda aynı hassasiyeti göstermekte çok “sıcak” davranmamaktadırlar.
Bu çalışma, var olduğu düşünülen bu ikilemin gerekçelerini ve çözümünü aramaya yönelik olacaktır.

Abstract: The business sector and the NGO’s are working together with social responsibility against global warming. The entire world is making social affairs with social ethics. In this paper, we think how it works with local and international NGO’s doing lobby.

Giriş
Kapitalist sistemin yenilenmesini, özellikle geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren çok net olarak yaşadık. Girmiş olduğu ekonomik krizlerin de etkisi ile iki büyük savaş yaşayan kapitalist dünya, yine aynı yüzyıla irili ufaklı birçok savaş sığdırmıştır. Tüm bu gelişmeler, sistemin girdiği krizleri aşmak için kullandığı bir yol olmuştur. Fakat özellikle 80lerde başlayan teknolojik gelişmeler ve bunun sonucu hızlanan küreselleşme, artık daha savaşsız bir dünyayı zorunlu kılmaya başlamıştır. Savaşların azalması ve toplumlar arası iletişimin hızla artması, yeni sorumluluklar ve haklar ile tanışmamızı sağlamıştır. Özellikle iş dünyası bu alanda hızla yeniliklere ayak uydurmuştur. Sivil Toplum Örgütlerinin dile getirdiği bazı yenilikler, toplumsal bazda büyük destek bulunca, iş dünyası, toplumsal desteğini arttırmak için o fikirleri ve o fikirleri savunan örgütleri desteklemeye hatta onlarla barışmaya başlamıştır. Bu yenilikler, iş dünyasının sadece mal üretip mal satmasının dışında, farklı alanlara da yönelmelerini zorunlu kılmıştır. Kurumsal sosyal sorumluluk kavramı bu şekilde ortaya atılmış ve kabul görmüştür. İş dünyasının farklı sorumlulukları tartışılıp kabul görmüştür. Bu sorumluluklar nihayetinde yasalar ile şekillendirilmiş, sınırları belirlenmiş ve ortak davranış modelleri olarak uygulamaya geçmiştir. Ülkemizde de uygulamaya geçen bu sorumluluk alanı, iş dünyası tarafından henüz bir yasal sorumluluk olarak kabul görse de, özellikle çokuluslu şirketlerin ulusal bazdaki şubeleri bu alanda bir hayli ilerde oldukları kabul edilmelidir. Aynı zamanda bu uluslar arası kurumların ulusal ortakları da benzer çalışmaları “sahiplenmeye”, hatta bu alanda kendileri de yaratıcı çalışmalara imza atmaya kendilerini adapte etmişlerdir.
Kurumsal sosyal sorumluluğun gelişmesi
İki dünya savaşı sonrasında dünyada belli kurallar ve etik değerlerin ön plana çıktığını görüyoruz. Özellikle ikinci büyük savaş sonrası insan hakları alanında alınan yol çok önemlidir. Bu savaşın ardından kurulan çeşitli uluslar üstü kurumlar ve bunların tüm devletlere hedef gösterdiği belli kavramlar, gelişen ekonomik trendlerin de belirleyicisi olmuştur. Birleşmiş Milletlerce kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”, “anti tröst” yasasının kabulü, çalışanlara daha insani haklar tanınması bu dönemin önemli açılımları olmuştur. İş dünyası da bu alanlarda üretim yapacak işçilerinin hakları ve onlara karşı sorumlulukları ilk aşamada kabul etmek zorunluluğunu yaşamıştır. Aynı zamanda çevreye duyarlı üretim, sürdürülebilir bir üretim için de gereklidir.
1960 lı yıllarda çalışan hakları, asgari ücret, çevreye duyarlı üretim, tüketici hakları, sigortalı çalışma, engelli hakları vb. birçok alanda yeni fikirler üretilmiş, yeni düşünceler dile getirilmiştir. Yine bu fikirlerin toplum içinde tartışılmasında STÖ’lerin önemi yadsınamaz. Toplum içinde önem kazanan STÖ’ler sayesinde ırk ayrımcılığı, kadın hakları gibi alanlarda önemli adımlar atılmıştır.
Yaşanan bu gelişmelere seyirci kalmayan işletmeler de, bazı uygulamalar geliştirerek kurumsal sosyal sorumluluklarını yerine getirmeye başlamışlardır. En çok gözlenen uygulamalar ise, bu yıllarda çeşitli çevre örgütlerinin de etkisi ile çevreye duyarlı üretim yapmak, daha az kaynak kullanarak üretim sürecini gerçekleştirmek, insan hakları alanında çalışmalarda bulunmak sıralanabilmektedir.
1980 li yıllara gelindiğinde ise, sosyal sorumluluk göstergeleri değişim göstermiştir. Fakirlere yardım, açlık sorununa çözüm, çevre dostu ürünlerin üretimi, atık sorunu vb. alanlar bu yıllarda kendini göstermektedir.
Sosyal sorumluluk olarak “Kültür” ve “Çevre”
Türk iş dünyası, 1980li yıllarda büyük bir değişim göstermiştir. 80li yıllara kadar kendi içinde kapalı yaşayan iş dünyası, yeni teknoloji devrimi ve küreselleşme ile sosyal hayatın içinde daha fazla yer almaya başlamıştır. Küresel boyutta yaşadığı deneyimler, kentli kültürünün de ülkemize taşınmasına neden olmuş, ilk olarak kendini sanat eserleri koleksiyonu ile gösteren iş dünyasındaki bu değişim, müze vb. kültürel açılımlar ile devam etmiştir. İş dünyası için yeni bir açılım olan bu alan, bu dünyanın insanlarına aynı zamanda batılı ortakları nezdinde de itibar kazandırmıştır. Ortaklarından görüp geliştirdikleri bu yeni yatırım alanına iş dünyasının bu kadar sahip çıkmasının temel nedenlerinden birinin de, kapitalist dünyada kentlilere (burglulara) düşen görevdir. Bu görev sanat ve sanatçıya verilen veya kentlilerin sanatçıya verdikleri destektir. Batılı ortakların neredeyse tümünde sanata, sanatçıya ve kültüre verilen desteği gören ulusal iş dünyası, bu alandaki eksiğini 80 li yıllarda tamamlamaya başlamıştır. Özel müzeler tek tek açılmış, bu alanda yasal düzenleme de çıkmakta gecikmemiştir. İlk olarak kendi koleksiyonlarından oluşan bu özel müzeler, 90 lı yıllarda tam bir sınıf atlamış, dünya standartlarına ulaşmıştır. 2000li yıllar ise, dünya müzeleri ile ortak sunumlar hazırlayan bu müzeler, bir çok ünlü sanat eserinin ülkedeki sanatseverler ile tanışmasını da sağlamıştır.
Aynı yıllarda özellikle Avrupa’da hızla güçlenen çevre hareketi ile ulusal bazda da bu alanda çeşitli STÖ’lerin ortaya çıkması yeni bir olanak yaratmıştır. İş dünyasından bazı kurumların direkt desteğini alan ve bu alanda dünya çapında çalışan bazı çevre örgütleri, bazı banka veya sanayi kuruluşlarının yan kuruluşları gibi çalışmaya dahi başlamıştır. Özellikle çevreye zarar veren kuruluşlara yönelik yaptırımlarda bulunan çevre örgütlerinin etkisini azaltmak isteyen bu firmalar, gerek bilim dünyasından, gerekse diğer çevre örgütlerinden destek almak için büyük mücadeleler vermektedirler. Son yıllarda bu alanda özellikle madencilerin ege ve Kaz dağlarında işlerinin aksamasından dolayı bazı bilim kurumlarını ve ulusal çapta yayın yapan basını yanlarına almak için verdikleri mücadele en bilinen kısmıdır. Bu hamleleri baştan engellemek için iş dünyasının bazı büyük yatırımcıları, özellikle “hibe programları” açarak çeşitli çevre STÖ’lerinin çalışmalarını desteklemişlerdir. Böylelikle çevreye zarar verme olasılıklarını daha en başta yanlarına bazı çevre örgütlerini alarak bertaraf etmişlerdir.
Türkiye’de sosyal sorumluluk çalışmaları kapsamında çeşitli desteklerde bulunan işletmelerin özellikle çevre ve eğitim alanında gelişme gösterdiklerini gözlemleyebiliriz. Özellikle engelli eğitimine yönelik ve direkt yoksullara kaynak dağıtımı gibi alanlarında ihmal edilmeyecek kadar yoğun olduğunu görebiliyoruz.
İklim değişikliği ve küresel ısınma
Sivil toplum örgütlerince çevre duyarlılığı neredeyse 50 yıldır işlenen bir konudur. Buna nazaran bilim dünyasının uzun zamandır dile getirmesine rağmen, gerek sivil toplumun gerek özel işletmelerin dikkatini çekmeyen konu küresel ısınmadır. Sanayi devrimi ile yaratılan çevre tahribatı, özellikle de değerli maden olarak değerlendirilen fosil yakıtlarının (kömür, petrol) yoğun kullanımı ile, atmosfere yoğun bir oranda sera gazı salınımı halen devam etmektedir. Özellikle artan nüfus ve bunların gerek konut gerek istihdam sorunlarının çözümü için yutak alanların da tahribatı ile hızlanan küresel ısınma son yüzyılda dünya ortalama ısısının 0,8 derece artmasına neden olmuştur. Bu yüzyılın sonunda ise herhangi bir önlem alınmazsa, bu farkın 6 dereceyi bulması hesaplanmıştır. Bu da doğal olarak yaşadığımız gezegenimiz ve yuvamızın üzerinde canlı yaşamı çok büyük değişikliklere uğrayacaktır. Bilim adamları gerekli önlemlerin bir an önce alınmasını talep etmekte, uluslar üstü örgütler (Birleşmiş Milletler gb.) konunun önemini kavramış ve hükümetler ile devletleri bu alanda yoğun olarak uyarmaktadırlar. Bu yılsonunda Danimarka’nın başkenti Copenhagen’de yapılacak olan toplantı ile tüm dünyanın en önemli konusu olarak tekrar deklere edilecek olan bu ana konu çerçevesinde daha yetkin ve sonuç alıcı yollar önerilecek ve uygulanması istenecek.
İklim değişikliğine neden olan en önemli unsur, sürdürülebilir bir çevre politikası sağlanmadan yapılan sanayi üretimi olmuştur. Doğal kaynakların sürdürülebilirliğinin göz önüne alınmadan tüketilmesi nedeniyle, yuvamızı çevreleyen atmosfere yoğun oranlarda sera gazı salınmıştır. Sera gazlarını oluşturan partikül sayısının kabul edilebilir oranın üstüne ulaşmış olması, bizleri bugün daha büyük bir sorun ile karşı karşıya getirmiştir. Yerküremizin çevresini bir battaniye gibi saran sera gazları, her geçen gün kalınlaşmakta ve yerküreden yansıyan güneş ışınlarını atmosferde hapis etmektedir. Bu da doğal olarak yerkürenin ısınmasını arttırmaktadır. Tipik sera etkisi hızlanarak artmaktadır. Asıl sorumlu olarak gösterilen sanayileşmiş ülkeler ve şu anda hızla sanayileşen gelişmekte olan ülkeler, bu gelişmişliklerini fosil yakıtlardan elde ettikleri enerji ile sağlamışlardır. İklimin en büyük düşmanı olan fosil yakıtların bu kadar hoyratça kullanılması ve halen yenilenebilir enerji kaynaklarına geçmemek, hatta aynı tüketim alışkanlığında devam etmek, özellikle yeni nesillere hiçbir yaşam alanı bırakmamıştır. Bunu ölçümlerle ortaya koyan ve hızla tüm dünyayı bu alanda uyaran bilim insanlarını ilk dikkate alan yine çevre STÖ’leri olmuştur. Ama bu alanda yapılacak olan tüm lokal çalışmaların bu gidişe belli bir etki yaratacakları da aşikardır. Bu alanda yapılması gerekli olan etkinlik, kampanya vb. tüm çalışmalar küresel boyutta yapılmalıdır. Bunun farkına varan çevre STÖ’leri ne yazık ki, sorunun büyüklüğü karşısında ezilmişlerdir. Bu alanda üretim yapamayan STÖ’ler, konudan mümkün olduğu kadar uzak durma çabasını gütmüşlerdir. İklim değişikliği konusunda çalışan STÖ’ler, uluslar arası örgütlenme modelini benimsemiş büyük çaplı örgütler olmuştur (Greenpeace, ICLEI, WWF vb). Küçük ve yerel çalışan STÖ’ler için iklim değişikliği alanında çalışmak gerçekten zor bir konu olmuştur. Bilim insanlarına ulaşmadan tutun, bilimsel verilerin değerlendirilmesi için uzman kişilerin istihdamına (veya gönüllüğü) kadar bir çok yetersizlikle karşı karşıya olan bu STÖ’ler, yerel bazda küçük bilinçlendirme kampanyaları gerçekleştirmekten öteye gidememişlerdir. Bundan sonra, bu alanda STÖ’lerin neler yapabilecekleri, neler yapmaları gerektiği ve yapılanlardan bahsedeceğiz.

STÖ’lerin iklim değişikliği politikalarında sorumlulukları
İklim değişikliği konusunda bilgilerin yeni olması ve bu bilgilerin henüz popüler hale gelmemesi, küçük ölçekli STÖ’leri zor durumda bırakmaktadır. Yerel kaynaklarla ve yerel ölçülerde çalışan bu örgütlerin kapasitelerini geliştirmeleri kısıtlıdır. Fakat uluslar arası alanda çalışan büyük ölçekli örgütlerin kapasite arttırma olanakları çok daha yoğundur. Aynı zamanda çeşitli siyasi ve uluslarüstü kurumlarla ilişki kurma kabiliyetleri daha yoğundur. Gerek politik alanda gerek uluslarüstü kuruluşlarda bu ilişkilerden dolayı daha rahat politik süreçlere katılabilme olanakları vardır. Etkileme ve etkilenmenin temel koşullarından olan bu süreç, o örgütün bağımsızlığı ile de direkt orantılıdır. Politik arenada bağımsız olan örgütler, daha güvenilir portreler çizmektedirler. Fakat en önemli sorun olan kaynak sorunu, sadece bağışçıların verecekleri desteklerle sağlanamayacağı açıktır. Yani dış kaynak yaratmak, ki burada iş dünyası ile sosyal sorumluluk bazında tekrar karşılaşıyoruz, örgütün bağımsızlık anlayışı ve bağımsız duruşu ile de ilgilidir. İş dünyası ile de daha rahat ilişki kurabilen bu örgütler nihayetinde kaynak sıkıntısı ile karşılaşmamaktadırlar. Kurumsal sosyal sorumluluk kavramının yine yurt dışında geliştiğini ve yine gelişimine iş dünyasının verdiği desteği düşünürsek, yerel bazda çalışan ve küçük ölçekli olan STÖ’lerin ne kadar sıkıntılı bir sürece tabii oldukları aşikardır.
İklim değişikliği konusunda bilgi üretemeyen ama üretilmiş bilgiyi topluma aktarma görevini üstlenen STÖ’lerdir. Bilimin “popülerleşmesi” “halka inmesi” için yapılacak etkinliklerin belirlenmesi ve daha rahat anlatma yollarının sağlanması görevi tamamen STÖ’lerin üzerine düşen bir sorumluluktur. Örgüt burada tamamen kendi politik tavrını ve eylem biçimini kendisi belirleyecektir. İnsanlarda iklim değişikliğine karşı duyarlılık geliştirme biçimi, örgütün karar vereceği bir eylem biçimi olacaktır. Bazen bu konularda eğitimler, bazen bu konuda bilgilendirme kampanyaları, bazen miting, bazen sadece bir sanat estolasyonu, bazen sessizlik eylemi. Ama her yolu deneme ve her yoldan bu alanda bilinç uyandırma, sera gazı salınımını azaltacak tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesine katkı sağlanarak iklim değişikliği ile ilgili çalışmalarda başarı sağlanacaktır.
STÖ’lerin politik arenada hak savunuculuğu (lobicilik) yapmaları
İklim değişikliği konusunda bireysel ve yerel çalışmalar yapmak yeterli kalmamaktadır. Sorunun küresel olması, alınacak önlemlerin de küresel olmasını gerektirmektedir. Bu da, doğal olarak, STÖ’lerin yeni açılımlara sahip olması gerektiğini göstermektedir. Bunlardan en önemlisi, lobicilik faaliyetleridir.
Lobi veya lobicilik dediğimizde aklımıza hemen, iş dünyasının, siyasal yapı üzerinde etki kurmak için faaliyette bulunmasını getirmektedir. Kapitalist sistemde tamamen var olan ve işverenlerin siyasal yapı üzerinde etkili olmaları olarak da açıklanacak olan bu durum, gerçektir. Bugünkü dünyamızda, farklı bir ekonomik ve siyasi yapılanma olmaması ise, neredeyse herkesi bu siyasal düşünce tarzı içinde düşünmeye ve davranmaya itmektedir. Küresel sorun olarak karşımıza çıkan “iklim değişikliği” ve “küresel ısınma” sorunu, bu mealde küresel olarak da çözülmelidir. Bu çözüm süreci içinde, doğal olarak, var olan sistemin argümanları ve araçları ile hareket edilmesi de bir zorunluluktur. Argümanlardan biri olan lobiciğin de bu anlamda kullanılması, sağlıklı sonuçların doğmasına neden olacaktır.
İklim değişikliği politikaları üzerinde yaratıcı fikirler geliştirmek, politik arenada etkili duruşlar yaratmak ve yasal mevzuatın oluşması için lobi faaliyetlerinde bulunmak da STÖ’lerin sorumluluğunda olan hatta olması gereken bir mecradır. Siyasal arenada verilecek mücadele ile iklim değişikliğine neden olan etmenlerin bertaraf edilmesi, minimize edilmesi için yasal uygulama zorunludur. Yasal düzenlemeler, iş dünyası için de, rekabet koşullarının belirlenmesi için önemlidir. Yasama faaliyeti yürüten meclisin üyelerine yönelik bilgilendirme çalışması yapmak, bölgesel veya yerel bazda çalışan STÖ’lerin bile yürütebilecekleri bir alandır. Yerel temsilciler aracığı ile etkili olabilecek olan yerel örgütler de bu şekilde daha güçlü yapılara da kavuşacaklardır.
Siyasal yapı içinde etkili olabilen STÖ’ler, iş dünyasının da uymak zorunda kalacağı yasaların varlığını sağlayacaklardır. Bunun için de sivil örgütlerin, etkili, güvenilir ve tarafsız olduklarını ispatlamaları gerekmektedir. STÖ’ nün etkisi veya güvenilirliği tabii ki yaptıkları ve duruşu ile bağlantılıdır. Bu da sağlam adımlarla atılmış bir geçmiş demektir. Bugün ülkemizde çevre (iklim ülkemizde henüz çok yeni algılanmış bir olgu olduğu için sadece çevre diyoruz) alanında kendini ispatlamış çok sayıda STÖ ve diğer sivil girişimler, platformlar mevcuttur. Onların da bir an önce iklim değişikliği konusunda, gerek yasama organını, gerek yürütme organını etkileme çalışmaları yaratılmalıdır.
Bir lobi örneği, REC ve İklim Değişikliği Meclis Komisyonu çalışmaları
Türkiye çapında etkili olmuş iki lobi faaliyeti mevcuttur. Küresel Eylem Grubu, birçok ilde düzenlediği sokak etkinlikleri ile Türkiye’nin Kyoto sözleşmesini imzalama sürecinde etkili olmuşlardır. Bu etkinliklerde kullandıkları renkli ve barışçı yöntem, toplumsal bazda da çok güçlenmelerine yardımcı olmuştur.
Bölgesel Çevre Merkezi (REC) ise, Kyoto sözleşmesinin imzalanması sürecinde, Çevre Bakanlığı yetkilileri ile çalışarak, sözleşmenin net olarak anlaşılması ve buna göre mevzuatın geliştirilmesi için, Mecliste komisyon kurulmasını sağlamıştır. REC’in iklim değişikliği kampanyası yetkilileri, almış oldukları uluslararası destekleri de bu komisyona aktarmakta çok başarılı olmuşlardır. Tüm bu çalışmalar sonucunda, Türkiye, protokole taraf olan ülkeler arasında yerini almıştır.
Küresel ısınma konusunda alınacak yasal kararlar
Küresel ısınmayı neden olan etmenler, bilim dünyası tarafından tek tek açıklanmaktadır. Bu bilimsel veriler ışığında, alınacak karalar, izlenecek yol haritası bizim önümüze serilmektedir. Bu verilerin iyi okunması sonucunda STÖ’ler, barolar ve ilgili meslek odaları yasal eksiklikleri tespit edip, gerekli yasal düzenleme için kanun yapıcılara baskı oluşturmalıdır.
Bugünkü çevre mevzuatı bu alanda yeterli gelmemektedir. Örnek olarak, sera gazı envanterimizi yüksek oranda arttıran kömür yakıtlı enerji santralleri, çimento sektörü ve demir çelik sektörü ile ilgili gelişmiş batı ülkelerinde alınan önlemlerin ve uymaları gereken yasal zorunluluklar incelendiğinde bizim çok gerilerde kaldığımız bir gerçektir. Bu eksik mevzuatın tamamlanması ve yasalarımızın da uyumlu bir şekle bürünebilmesi için yukarda saydığımız örgütlere, siyasi partilere ve diğer etki gruplarına ihtiyaç vardır. Eksikliğin giderilmesi, iş dünyasını ve günlük sosyal hayatımızı da direkt olarak etkileyecektir. Evlerde tükettiğimiz enerjini de verimli, çevre kirliliği yaratmayan ve temiz enerji kaynakları ile üretilmiş olması da ancak bu tür yasal düzenlemeler ile mevcuttur. Yerel yönetimler aracılığı ile getirilecek yasal yükümlülükler konut imalatı, kent içi ulaşım, su kaynakları tüketimi, atık yönetimi vb. birçok alanda yeni düzenlemeler getirecek ve karbon salınımında sınırlamalar getirecektir. Bunun haricinde iş dünyasına getirilecek olan yasal yükümlülükler ile de sürdürülebilir bir kaynak yönetimi ve sürdürülebilir bir çevre politikası yaratılmış olacaktır.
Sonuç
Sürdürülebilir bir ekonomik gelişim ve kaynak yönetimi ve durmadan artan enerji ihtiyacımızın düzenlenmesi, verimli kullanılması ve temiz enerji üretim kaynaklarının kullanılması, gezegenimiz ve “yuva”mız için bir gerekliliktir. Bu gereklilik bizi daha dikkatli ve daha verimli tüketim yapmaya doğru itmektedir. Var olan gezegenimizin daha uzun süre yaşayabilmesi, gelecek nesillerin de sorumluluğu ile yaşamamıza bağlıdır. Var olan tüketim alışkanlığımızın devamı ile bu olası değildir. Bu tüketim alışkanlığının değiştirilmesinde STÖ’lere büyük sorumluluk düşmektedir. Bu sivil örgütler iş dünyası, yerel yönetimler ve yasa hazırlayıcılar üzerinde etkili olabilecek bilgilendirme etkinlikleri yapacaklardır. İş dünyasının sosyal sorumluluk programlarına sivil örgütlerin duyarlılık gösterdiği bu alana daha büyük destek aktarmaları daha sağlıklıdır. Önemli olan sosyal sorumluluk olarak belli alanlara destek vermek değil, gezegenimizin ihtiyaç duyduğu nefesi verecek olan etkinliklere ve alanlara kaynak aktarılmasını sağlamaktır. Hepimiz biliyoruz ki, dünyamızda yaşamın devam etmesi, insanlık için önemli bir gelişmedir. Bumerang etkisi gibi, iklim değişikliğinin getirdiği zararlara sadece yoksul ülkeler değil, gelişmiş ve zengin ülkeler de katlanacaklardır. Yani ekonomik zenginlik veya refah, olumsuz etkilerden bizleri koruyamayacaktır. Nihayetinde, benim ekonomik gelirim, bu zarar etkilerini bertaraf etmeye yeter demek de çözüm değildir. Ben kirletirim ama bedelini öderim demek ise hiçbir olumlu sonuç doğurmamaktadır. Çünkü etkiler bulunulan bölgeyi değil tüm gezegeni etkilemektedir. Gezegenimize karşı bu sorumluluğumuz vardır. Önemli olan ise, bu sorumluluk bilinci içinde, yuvamıza sahip çıkmaktır. Karadeniz’deki sel taşkınları ve tüm dünyadaki yağış dengesinin değişmesi, artık egede tarım ile uğraşan bir işletme sahibini etkilememezlik edemez. Küresen anlamda bir yiyecek krizi tüm ülkelerde gıda fiyatlarının artması etkisini anında gösterebilmektedir.
Kısacası küresel bir krize karşı, ilk alınacak önlemler, hepimizin bu alanda duyarlıklarını geliştirmesi ve tüketim alışkanlıklarımızın değiştirilmesi olacaktır. Kurumsal sosyal sorumluluk anlamında ise, iş dünyasının da, kaynaklarını ve yatırımlarını bu çerçevede hareket ederek kullanması en sağlıklı yol olacaktır. Kurumsal sosyal sorumluluk aslına bakılırsa bir sosyal zorunluluk çalışmasıdır.




Kaynakça
Bali, Rıfat N. (2002), “Tarz-ı Hayat’tan Life Style’a”, İletişim Yayınları, İstanbul
Aktan, Coşkun Can (2007), “Kurumsal Sosyal Sorumluluk”, İGİAD Yayınları, İstanbul
Argüden, Yılmaz (2002), “Kurumsal Sosyal Sorumluluk”, Rota Yayın, İstanbul
Çepel, N. (1992), “Doğa, Çevre, Ekoloji ve İnsanların Ekolojik Sorunları”, Altın Kitaplar, İstanbul
Drucker, Peter F. (1996), “Gelecek için Yönetim”, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul
Torlak, Ömer (2006), “Pazarlama Ahlakı-Sosyal Sorumluluk Ekseninde Pazarlama Kararları ve Tüketici Davranışlarının Analizi”, Beta yayınları, İstanbul

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Enerji üretiminde değişim ve Kooperatifler

TÜRKİYE'DE ENERJİ DÖNÜŞÜMÜNÜN İLK ADIMLARI

2009 Sakarya Ünivesitesi Kadın Sempozyumu Bildirisi